24 Ekim 2011 Pazartesi

krizgeçirmez

Sağlıklıların arasında kararmış çürük bir dişi andıran 14. sektöre ait küreye dikmişti gözlerini Birinci sektör temsilcisi. Koltuğundan kalkıp masaya doğru yürüdü diğerlerinin şaşkın bakışları arasında. 14.Gezegendeki  ticaret hacmini, fiyatları ve bölgeleri ışığın renk ve şiddetini değiştirerek yansıtan  küreyi elleri arasına alıp şiddetle sarsmaya başladı.  İfadesiz bir yüzle küreyi durmaksızın çalkalayarak  tekrar parlamasını sağlamaya çalışıyordu sanki. Sonra onu diğer onbeş gezegene ait kürelerin ışıl ışıl parladığı masaya koyarak sakince yerine döndü.  Gerçek, fiyatlar ve hacmin  hızla düştüğüydü. Oysa fiyatlar ve hacim aynı anda ancak simülasyonlarda ve tarih kitaplarında düşerdi. Kendini yıllarca laf olsun diye yangın tatbikatlarına katılmış ama gerçekten bir yangının çıkabileceğine inanmamış göbekli bir itfaiye eri gibi hissediyordu.
İçinden gelen yeniden küreye gitme, onu sarsma isteğini zorla bastırarak komisyon toplantısını açtı.
“14. Sektörde sorun var” dedi ilk kelimede güçlü son kelime ancak fısıltı olarak duyulabilen bir sesle.  “Ondördüncü,  bize bunun nedenlerini anlatır mısın?” Gözler uzun masanın ortasında oturmuş  iri yeşil gözlü adama döndü. “Her şey geçen haftaki güneş patlamasıyla başladı” dedi Ondördüncü. Onun da sesi duyulmaz hale geldi cümle sonunda sanki söylediğinden utanıyormuş gibi.
“Her şey geçen haftaki güneş patlamasıyla başladı” diye tekrarladı Birinci, sol gözünün üstündeki kaşı hafifçe kaldırarak. Ondördüncü cevap vermek yerine masaya koyduğu ellerini incelemeyi tercih etti. “Yani” dedi sesini titrek sesini yükselterek Birinci, “Kurduğumuz sistemin bir parçası, insanlık tarihinin tamamını analiz ederek, çalkantılara, savaşlara, ekonomik çöküntülere yol açan unsurları tek tek belirleyerek, o unsurlardan ve benzeri potansiyellerden kaçınarak kurduğumuz sistemin bir parçası nasıl oluyorsa, yıldızımızdaki bir enerji dalgalanmasıyla sarsılıyor ve aksaklık tüm gezegene yayılıyor” dedi gözlerini yine ondördüncü sektöre ait küreye çevirirken. “Kozmo-inşaat teknikleri kullanarak şekilsiz meteoritlerden onaltı kusursuz küre şeklinde gezegen yaptık üzerindeki yer çekimi alanı bile kusursuz küre olsun diye. Gezegenlerin sayılarından üzerlerindeki fiziksel varlıkları bile ikinin katları olarak belirledik ki irrasyonel faktöre sadece kusursuz kürelerdeki pi sayısında  rastlayalım. Basit ekonomik sistemler kurduk ve bununla yetinmedik gölge gezegenler oluşturduk ki talep düşmesi olması durumunda eksik talep gölge gezegen tarafından tamamlansın. Bütün bunları Ondördüncü bize sorunun güneşimiz olduğunu söylememesi için yaptık. Ama bakın ne oldu? Ondördüncü bize sorunun güneşte çıktığını söyledi.” Ondördüncü parmaklarıyla olmayan bir piyanonun tuşlarına dokunuyordu şimdi. “Belki bunu biraz daha açmak istersiniz Ondördüncü” dedi sesini yumuşatmaya çalışarak Birinci. Ne de olsa Ondördüncünün bu işten ne kadar sorumlu olduğu tartışmalıydı. Sorumlu olduğu sektörde ışığın şiddetinin ve dağılımının belirli iki sabit arasında kalmasını sağlardı. Sosyal tansiyonun arttığı ya da azaldığı bölgeleri gözlemleyerek müdahale sistemini devreye sokardı. Böylece katastrofisiz, ama aşırı da mutlu olmayan istikrarı sürekli bir gezegen yaratılmış olurdu. Bu da izleme masasındaki kürelere homojen dağılmış şiddeti değişmeyen parlak sarı bir ışık olarak yansırdı.
Ondördüncü, piyano çalmayı bıraktı. Gözlerini kaldırdı ve bumerang şeklindeki masaya dizilmiş sektör temsilcilerini taradı kalın kaşlarının altında parlayan iri yeşil gözleriyle. “Bildiğiniz gibi” dedi “Geçen hafta bir güneş patlaması yaşadık. Son ikiyüzyetmiş yılın en şiddetli patlamasıydı. Patlama sonucunda içinde olduğumuz manyetik alan şiddetle dalgalandı. Bu da bazı güç santrallerimizde elektrik dalgalanmalarına yol açtı. Santrallerden biri devre dışı kaldı. Şanssızlık o ki bu santral gezegenin ticari işlem verilerinin Dengeleyici’ye aktarıldığı veri toplanma ve derleme merkezini besliyordu. Merkezden gelen verilerin aniden kesilmesi Dengeleyicinin verilere sıfır değerini atamasına neden oldu. ” Büyük yeşil gözleri yine taradı temsilcileri. “Veri akışında kısmi kesilme olduğu zaman sistem kendi kendini kapatıyordu yanlış hesaplama yapmamak için. Ama tamamen kesilme ticari bölgeler arasında ani göreli fark yaratmadığı için sistem kapanmamıştı. Ve bütün ticari faaliyet sıfırdı artık Dengeleyicinin gözünde. Ve bunun üzerine gölge gezegen  sistemi devreye girdi. Toplam talepteki düşüşü dengelemek için her bölgede alım tarafında işlem yapmaya başladı. Oysa talep gerçekte düşmemişti ve fiyatlar hemen artmaya başladı. Sistem alım yapmayı durdurdu.  Artan fiyatlar sektör halkını korkuttu nakitten kaçış başladı. Dengeleyici yine devreye girdi bu kez ısınan ekomiyi soğutmak için. Kredi tutarını azalttı faiz artsın diye. Ama enflasyon artmaya devam etti. Dengeleyici de para olarak kullandığımız Gezegenlerarası Standart Kredi varlıklarını(GSK) kısmaya devam etti. Ama garip bir şekilde para miktarı azaldıkça insanlar daha çok saldırdılar mağazalara. Dengeleyici bir vakum merkezi gibi emdi kredileri.  Taa ki..ta ki bir şişe su alacak GSK kalmayıncaya kadar.  Enflasyon o kadar artmıştı ki…”
“Bir saniye Ondördüncü” diye kesti Birinci. “Dostlarımız, enflasyonun nasıl bu kadar arttığını merak edebilirler. Antik çağların ilkel sistemlerinden farklı olarak,  her işlemin kontrol edildiği, değişim aracı olarak sadece GSK’nın kullanıldığı, itibari değere sahip başka uyduruk kağıtların olmadığı bir sistemde GSK tamamen gölge gezegen sistemi tarafından emildiği halde fiyatların nasıl olup da hala artabildiğini bilmek isteyebilirler, finansal sistemin büyüklüğü ile mal ve hizmet üretimi arasındaki ilişkinin nasıl koparıldığını yani”
“Evet” dedi Ondördüncü. “Gözleri mezürde uzun bir sus yakalamış olan parmaklarındaydı sanki tüm kriz onun suçuymuş gibi. Bu duygunun yaratılmasında Birinci’ın da etkisi vardı tabii.   
“Kredi hacminde büyüme olmadan..daha doğrusu ortada tek bir GSK olmadan  enflasyon nasıl artar o halde?”
“Eeee şey..Bazı şeyler dolaşmaya başladı etrafta”
“Ne gibi şeyler”
“El tipi güneş pili panelleri” dedi Ondördüncü utanmış gibi kısık bir sesle.
“Neden?” diye sordu Sekizinci kaşlarını merakla kaldırmıştı.
“Şey” dedi Ondördüncü. “GSK yerine kullanmaya başladılar. Alışverişlerde yani”
“Hiçbir şey anlamadım” dedi Sekizinci. “Peynir satın almak için güneş paneli mi veriyorlar?”
“Aslında” diyebildi Ondördüncü, Birinci sözünü kesmeden önce.
“Tam olarak öyle” dedi Birinci kızarmış yüzünde alaycı bir ifadeyle. “Ayrıca tuvalet kağıdı, içki ve sperm öldürücü almak için de güneş panellerini kullanmışlar. Zira bunlar taşınabilir, zira bunlar 10 Watt, 15 Watt, 20 Watt gibi değerler taşıyorlar.”
“Zira bunlar tıpkı GSK gibi ve hatta ikibin yıl önce kaldırılan ilkel kağıt paralar gibi taşınabilir itibari değerler” dedi kısık bir sesle Ondördüncü. “Ortadan kaldırıldıktan ikibin yıl sonra itibari değerli kağıt parçalarını yeniden icat etti 14. sektör diyorsun yani” dedi acı acı gülümseyerek Birinci. Onay beklemedi ama “Devam et lütfen”
“Fiyatlar artınca..öyle arttı ki..Bir kutu diş temizleyici 2500 Watt etmeye başladı. Biz de yeni bir önlem düşündük.”
“Evet bu önlem harika” dedi Birinci diğer sektör üyelerini hafifçe öne eğilmiş yüzündeki gür kaşlarının altından tarayarak.
“Biz şey..Dengeleyici devreye girdi. Madem diye düşündü herhalde. Madem algoritma GSK’ların emilmesini emrediyor ve  buna rağmen fiyatlar artıyor..”
“Watt cinsinden” diye gülerek araya girdi İkinci.
“Evet” dedi gereksizce yüksek sesle Ondördüncü. Söylemeye utandığı bağlantıyı temsilci kuruvermişti. “Watt cinsinden fiyatlar arttığı için Dengeleyici el tipi güneş panellerinin kredi olduğunu karar verdi ve piyasadan onları toplamaya başladı.”
Şaşkınlık mırıltıları yükseldi. Birinci çok eğleniyormuş gibi bakıyordu sektör temsilcilerine. “Sonrası daha güzel” dedi. “Lütfen devam edin”
“Yerini başka şeyler aldı” dedi Ondördüncü. “Her kutuda yirmi tane olan sperm öldürücü”
“Taşınabilir ve sayılabilir olduğu için elbette” diye kesti Birinci. “Bunları da topladı Dengeleyici. Hafıza kutuları geldi sonra. Bir litre süt 30 Zetabayt’a gelince Dengeleyici bunları da topladı. Sonra başka şeyler geldi. Tuz, kahve çekirdeği, yirmi yaş dişi, kadın pedi ve tuvalet kağıdı…  
Gülüşmeler oldu yine. “Su değmediği sürece gayet dayanıklılar” dedi Ondördüncü. “Tuvalet kağıtlarından para mı yaptınız?” diye gerçek bir şaşkınlıkla sordu Beşinci. “Dengeleyici tuvalet kağıdını da topladı mı?” diye sordu Dokuzuncu. “Aslında gerek kalmadı” dedi Ondördüncü.    “Herkes bir terslik olduğunu farketti ve bu kez ters hareket başladı. Yoksa ne yapardık bilmiyorum” Gülüşmeler oldu salonda. Herkes tuvalet kağıdının yerine geçecek şeyler hayal ediyor gibiydi.  “Önce fiyat artışı durdu. Sonra hızla gerilemeye başladı. Dengeleyici, fiyatlar güneş patlaması öncesi seviyesine gelinceye kadar müdahale etmedi. Ama fiyatlar o seviyeden ışık hızıyla geçti neredeyse. Bu kez gölge gezegen eksik talebi karşılamak için talep yarattı. Ama..Ama her nedense gerçek talep bir türlü uyanmadı. Çeşitli şeyler yapıldı bunun için..?”
“Ne gibi şeyler” diye kesti yine Birinci.
“Halka seslendik. Alım yapın dedik. Her şey yolunda dedik. Sektör temsilcisi olarak bizzat ben yaptım bunu. Markette alışveriş yaparken çekilmiş görüntülerim sektör ortak vericilerinden gönderildi. Bunu söylerken toplantı masasının ortasında bir holovizyon görüntüsü belirdi. Ondördüncü bir markette peşinden gelen robot sepete raflardaki ürünleri ne olduklarına bakmada atarken görülüyordu. Sektör temsilcileri, en başta da Birinci yüzünü ekşiterek baktı bu görüntüye. “Göğüs küçültücüsü mü?” diye sordu tiksinti dolu bir ifadeyle. O dönemde kadınlarda göğüs olmaması seksi olarak değerlendiriliyordu. “Kendim için olmak zorunda mı?” diye sordu Ondördüncü sırıtarak. Parmakları yine adagio çalmaya başlamıştı masada. “Etkisi oldu mu bari?” diye sordu filmin sonunu bilen, karakterlerden birinin çabasıyla alay eden bir izleyici tavrıyla Birinci. “Tüketim iyice durdu” dedi Ondördüncü. Durdu derken dört parmağı bir presto çekmişti masada. “Göğüs küçültücüsü inandırıcı gelmemiş” dedi Sekizinci. Gülüşmeler oldu. “Dengeleyici, gezegenin her noktasından sürekli alım yapmaya başladı. Faizler düşsün diye ambarlarda depolanmış kahve çekirdekleri, tuzlar hafıza kutuları..”
“Kadın pedleri, tuvalet kağıtları” diye araya girmeden edemedi Birinci. Ondördüncü aldırmadı; “Hepsini kullandı Dengeleyici. Sonra GSK yani paramız devreye sokuldu. Fiyatlar çok düşük olduğu  için Dengeleyici konteynerler dolusu malı çok az bir GSK karşılığında alabiliyordu. Sonunda depolar doldu. Halkın müdahaleyi fark etmemesi için konteynerleri güneşe fırlattık”
“Bu da dahiyane” dedi Birinci.
“İzlenebilen tüketim tamamen durdu” dedi Ondördüncü. “Sanırım halk iyice paniğe kapılmıştı. Çünkü maaşlarına sürekli zam geliyor, fiyatlar düştükçe düşüyor, marketlerdeki mallar kamyonlarla bir yerlere taşınıyor, zaman zaman yüzlerce konteynerlik konvoylar gökyüzünde kayboluyordu”
“Eh çok normal bir ortam değil gibi” dedi Birinci.
“Sonunda gölge gezegenin satın alma gücü ona atalarımız bu muhteşem sistemi kurarken tanınan limite dayandı.”
“Yani 14. sektörün yani koca bir gezegenin bir yıllık üretim değerine eşit miktarda GSK harcandı ve buna karşılık tüketim tamamen durdu” diye açıkladı Birinci.
“Evet” dedi Ondördüncü.
“Ya sonra?” diye sordu biri.
“Sonrası bu işte.” dedi Ondördüncü  küresini eliyle işaret ederek. Gözler ışıl ışıl bir ağızda duran tek kararmış dişe döndü yine. Birinci yine güçlü bir şekilde kalkıp küreyi sarsma isteği duydu. Şimdi temsilciler durumu öğrenmişti.  Derin bir nefes aldı Birinci. Nasıl olabiliyordu böyle bir şey? Sistemler, rasyonel aklın rasyonel ürünü olan ve eğitilmiş rasyonel akıllar tarafından çalıştırılan sistemler neden basit periyodik bakımlarla sonsuza kadar çalışabilen makineler gibi çalışmıyordu?
            “Şimdi çözüm için önerilere geçelim” dedi sonra “Artık neler olduğunu biliyorsunuz”
            “Çözüm önerilerinden önce ara vermeyi öneriyorum” dedi dokuzuncu sektör temsilcisi. “Uzun bir seans olacağa benziyor”
            “Gereksiz zaman kaybı olur” dedi Birinci. “Hemen başlayalım”Onay mırıltıları duyuldu salonda.
“Benim tuvalete ihtiyacım var” dedi Dokuzuncu. “Sen çık o halde” dedi Birinci. “Biz devam edelim” Dokuzuncu salondan çıkarken birkaç temsilci şaşkınlıkla izlediler onu. “Sektörlerarası protokolü bir kez hatırlatacağım” dedi Birinci. “Korkarım benim de molaya ihtiyacım var” dedi Dördüncü onay beklemeden kalkmıştı bile. “Ee o halde ben de bir kahve içeyim” dedi Onbeşinci. Birincinin hayalkırıklığı yansıtan bakışları altında hemen hepsi kalkmışlardı bile. Kapıdan ikişer üçer çıkmaya çalışırlarken sıkışmalar bile oluyordu. “Yarım saat o halde” diye bağırdı isteksizce arkalarından. Birinci ve Ondördüncü dışında kimse kalmadı salonda. “İshal falan mı oldular?” diye söylendi Birinci.   Seçenekleri düşündü yerinde oturmaya devam ederken. 14. sektörün gölge gezegeninin rezervleri tükenmişti. Gezegen içinden bir çözüm olanağı kalmadığı anlamına geliyordu bu. O halde dış müdahale mi? Bu atalarının kurduğu sistemin arkasındaki protokolün birinci maddesine aykırıydı. “Sistemi oluşturan onaltı gezegen arasında denge fiyatları dışında herhangi bir mali akım olamaz” Yani diğer gezegenlerden destek alması mümkün değildi. Sistem kriz geçirmez onaltı bölmeye ayrılmıştı.
            Birazdan üyeler yerlerini aldılar.
            Birinci kısa bir toparlama konuşması yaptı. Protokol kurallarını yeniden okudu. “Şimdi 14.sektöre yardım için önerilerinizi bekliyorum dedi” sonra.
           
            Derken bir şey fark etti Birinci. Önce her iki gözünü de ovdu elleriyle ve yeniden baktı. Görüşünde bir sorun yok gibiydi. Ama görüntü için aynısı söylenemezdi.  İkinci sektöre ait kürenin ışığı azalmaya başlamıştı. Bakışlar kürelere döndü. “O-orada birşeyler mi oluyor?” dedi şaşkınlıkla Birinci. Herkes hızla solmakta olan küreye bakarken, dört, on ve onaltıncı sektör küreleri de koyu tonlara geçmeye başlamıştı. 30 saniye içinde ondördüncü küre diğerleri arasında ayırt edilemiyordu artık.
“Neler oluyor?” diye sordu Birinci. “Neden hepsi karardı? Gölge gezegenler nerde?”
“Hepsi çalışıyor” dedi Ondördüncü. Ama tıpkı bizde olduğu gibi bir etkisi yok. Kriz bulaştı”
“Bu..bu imkansız.” dedi Birinci  “Sektörler arasında mali akım maddesi..”
“Sektörler arasında bilgi akımını engellemiyor” diye tamamladı Ondördüncü.
“Hangi bilgi akımını? Diğer sektörler Ondördüncünün rezervlerinin bittiğini bilmiyorlar. Bilemezler. Bu oda dışında konuşulmadı bu”
“Belki bir de tuvalet dışında” dedi Ondördüncü. Tekrar adagio temposuna dönmüştü. Dokuzuncu nefretle baktı ona. “Kararma moladan sonra başladı. Tuhaf bir tesadüf” diye devam etti.
“Sektörlere haber mi verdiniz?” diye hiddetle sordu Birinci. “Dokuzuncunun sesini duydum.” dedi İkinci. “Tuvalet bölmesine iki kişi girmedilerse telefonla konuşmuş olmalı”
“Ben bilgi falan vermedim” diye bağırdı Dokuzuncu. “Benden sonra herkesin çıktığını görüncü önlem almak zorunda kaldım”
“Bono ve gayrimenkul portföyünü satıyordu” dedi Altıncı. “Yan bölmedeydim” diye sessizce ekledi. “Sen de sektör hisselerini sattın” dedi Dokuzuncu gülümseyerek. Derken herkes birbirini suçlamaya başladı. “Kesin!!” diye bağırdı Birinci. “Utanmalısınız. Sektör temsilcileri olarak şu neden olduğunuza bakın. Gurur duyduğumuz istikrarlı sistemimimiz birkaç dakika içinde yerle bir oldu. İnsanoğlunun binlerce yıllık hastalığı değil midir kısa vadeli çıkarları düşünmek? Sektör temsilcileri olarak yaptığınız işlemlerle oluşan panik bizim kriz geçirmez sektör duvarlarını yerle bir etti. Yarım saat önce 14.Sektöre yardımı düşünürken şimdi şu hale bakın. Ya yüzyıllık etik eğitimimize ne oldu? Hayvani korkulardan ardındırılmış uygarlık projemiz..” Derken sessizliğin nedeninin çektiği nutuktan çok artık tamamen kararmış kürelerin en başında hala pırıl pırıl parlamakta olan 1.Sektör küresi olduğunu farketti Birinci. Kendi sevgili sektörü. Ah o ne kadar da güzeldi! Ticareti canlı, sağlıklı gezegeni. Varlıkları değerli ve..Gözleri sektör temsilcilerine kaydı. Aç birer kurt gibi bakıyorlardı şimdi küreye. Cümlesini tamamlayamadı. Biri öksürdü. Galiba Ondördüncüydü bu. Birinci de dahil herkes telefonuna saldırdı.

Çığ

                            

Üçüncü buluşmalarını yaşamışlardı bugün. Ali eve geldiğinde kafasının iyice karışık olduğunu düşündü. Onu kahvaltıya çağırmıştı ama şimdi erken davrandığını düşünüyordu. Oysa kafa karışıklığı yaşamamak için en pahalı çöpçatan şirketlerinden birine yıllık gelirinin üçte birini vermişti. Ayrıntılı bir form doldurmuştu sonra. İki yüz soruyu cevaplamak iki gününü almıştı. Şirketin iddiası veritabanında tüm dünyadan altımilyondan fazla aday olduğuydu. Tabii coğrafi yakınlığı olanlara öncelik tanınıyordu. 35 yaşındaydı  ve yalnızlıktan sıkılmıştı. Dünyadaki en uygun kadını bulmak gibi de bir takıntısı vardı. Şirket dünyadaki en büyüklerden de biriydi.   Başvurudan iki gün sonra da geldi rapor eline. Belgin adında 28 yaşında bir doktordu en uygun aday. İstanbul’da yaşıyordu o da üstelik. Rapora göre dünya veritabanında coğrafi bölge parametresi hariç aynı puanı alan altı adaydan biriydi. Buna inanmalı mıydı? İnanmamanın maliyetine katlanmak istemediği için inandı. Derken bir önceki  hafta buluştular. İri siyah gözleri, uzun kirpikleri, çıkık elmacık kemikleri, uzun boyu ve hatta belli belirsiz gamzeleriyle çok güzeldi Belgin. Şaşırtıcı olanı, formu doldururken tercih ettiği fiziksel özelliklerin hepsinin sağlanmış olmasıydı. Sanki başvuru formuna göre şekillendirilmişti kız. Kızı görünce uyanmaya başlayan umutları, beklentilerini ne kadar azalttığını da hatırlatmış oldu ona. Konuştukça kızın yumuşak doğasına hayran olmaya başladı. Raporda adaylarla ilgili ayrıntılı bilgi verilmiyordu. Bu yüzden kızın hangi klüplere üye olduğu, hangi siyasi görüşü benimsediği, hobileri, alışkanlıkları ile ilgili bilgileri kendisi görüşmeler sırasında edinmeliydi. İş evliliğe giderse giysilerinin altında gizlenmiş hastalıkları, genetik riskleri de bilmeliydi tabii.
İkinci buluşmaları iyi gitmiş ve birbirlerini karşılıklı  olarak beğendiklerini hissetmişlerdi. Ali yıllar süren yalnızlığını beraberce yok edecekleri birini bulduğuna ilişkin içinde çığlıklar atmaya başlamış olan umudunu yeniden kaybetmekten de şiddetle korkmaya başlamıştı şimdi. Karar vermesinde önemli rol oynayacak bilgilere bu buluşmada da erişememişti. Üçüncü buluşmada saatlerce konuşmuşlardı.  Belgin Ressamlar Kulübü üyesi olduğunu söylediği anda derin bir hayalkırıklığı  yaşamıştı. Bu kulüple ilgili içeriğini tam hatırlamasa da olumsuz şeyler duymuştu. Bir süre konunun etrafında dönüp durmuş, kızın kulübe üyeliği ile ilgili içini rahatlatacak nedenler arayıp durmuştu. Bildiği kadarıyla kulüpte resim yapılmıyordu. Üyeler de ressam falan değildi. Dünya çapında bir tür modern dine merkez olmuştu kulüp söylentilere göre. Toplantılar herkese açık değildi. Garip ayinlerle ilgili türlü dedikodular dolaşıyordu ortada. Tabii soramamıştı bütün bunları Ali. Kendisi yapacaktı araştırmasını. Kulüp üyesi bir kız istediğinden emin değildi. Kızı evine bırakırken kafasında Ressamlar Kulübü ve kızla ilgili şüpheler, cüzdanında uzun kahverengi  bir saç teli vardı. Teli arabasının koltuk arkalığında dikkatli bir inceleme sonucu bulmuştu.  Arabasına aylardır uzun kahverengi saçlı biri binmediği için saç Belgin’e aitti. Teli eve dönmeden özel bir genetik araştırmalar merkezine bıraktı. Tam çözümü  iki saat içinde göndereceklerdi.
Eve girince hemen terminalinin başına çöktü. “Belgin” dosyasını oluşturdu. Bilgi servisini açtı. Ressamlar Kulübü yazdı kutucuğa. Birkaç saniye içinde raporlar döküldü ekrana. İlk raporu açtı heyecanla. 2021’den önce adı hiçbir yerde geçmiyordu. Rapora göre Kuzey Amerika Birliği gizli servisi Berlin istasyonu tarafından kurdurulmuştu. Toplumu  uyuşturmak, dünyada olup bitenlere duyarsız hale getirmek gibi amaçları vardı. Bilgi terminallerine karşı olumsuz bir tutumu vardı kulübün.  Okudukları hoşuna gitmedi. Bu gibi şeyler duymuştu gerçekten de. Raporun güvenlik sertifikasına baktı. Dört Derecelendirme şirketine üyeydi Ali.  NewsRate, B+ vermişti. InR, rapora  A vermiş, NRA ise C vermişti. GRate ise derecelendirmemişti. GRate’in raporu derecelendirmemiş olması ilginçti. Ancak çok ciddi veri yoksunluğu böyle bir şeye neden olurdu. Tabii NRA gibi bir şirketin C vermesi, yani raporun zayıf güvenilirliğe sahip olduğunu söylemesi canını sıktı yine. Birkaç yıl önce işler daha kolaydı. Haber derecelendirme şirketleri bu kadar çelişkili notlar vermezlerdi haberlere. Zamanla hem sayıları artmış hem de aynı raporla ilgili kalite yorumları farklılaşmaya başlamıştı. Ali birkaç yıl sadece GRate’i kullanmıştı. İlk haber derecelendirme servislerinden biriydi GRate. Her gün bilgi terminallerinden yağan binlerce haberi derleme, önemsizleri(kriterler kullanıcılar tarafından belirleniyordu) eleme gibi bir fonksiyonu vardı. Dünyayı izlemeyi kolaylaştırmıştı bu hizmet. GRate ve diğerleri bilgi miktarının ve yayılma hızının artışının maliyetlerinden biri olan güvenilir bilginin bu yoğunluk içinde boğulmasına kapitalizm tarafından verilen cevaptı. Bu sistemin gelişmesinden hemen önce bu boğulma yaşanmıştı. Neye inanacaklarını bilmeyen insanlar tutarsız bilgileri kafalarında tutarlı hale getirmeye çalışıyor, neredeyse minör şizofrenik kişilikler geliştirmeye zorlanıyordu. Sinisizm bu kirliliğe verilen cevaplardan biri olmuştu. Felsefi içeriğinden yoksun, biraz zorunlu sinisizm.  
Biraz pahalı bir hizmetti derecelendirme. Ama derecelendirme sertifikasız bilgi sokak dedikodusundan farksızdı. İletişim maliyetleri sıfıra yakınsarken faturalar derecelendirme yüzünden kabarıyordu artık.
Başka bir rapora baktı. GRate A vermişti bu rapora. NRA yine C demişti. Diğer ikisine göre kalite B’ydi. Rapor Ressamlar Kulübü’nün spontane bir hareket olarak Floransa’da bir bahar festivali sırasında ortaya çıktığını söylüyordu. Hemen sonra iki ayrı hareket aynı adla devam etmişti. Biri sadece lezbiyen kadınların üye olduğu bir kulüptü ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya kadar yaygın bir faaliyet alanı vardı. Diğeri Güney Avrupa’da daha güçlü bir tür yeni hippi hareketiydi. Belgin hangisine üyeydi? Lezbiyen olamazdı herhalde. O halde hippi miydi? Hippi de neydi? Hippi yazdı terminale. Yeni raporlar döküldü. Teker teker bakmaya başladı. Raporlardan biri hipilerin 1960’lı yılların başında San Fransisco’da ortaya  çıkmaya başladıklarını söylüyordu. Beatnik hareketinin devamıydı. Beatnik de neydi o halde? Sertifikaya baktı. GRate A vermişti. Diğerleri D’ye kadar gider derecelerle işaretlemişlerdi raporu. Beatnik yazdı kutucuğa. Jack Kerouac, Allen Gingsberg isimleri, bir sürü bilmediği terim içeren raporlara ulaştı. Her biriyle ilgili güvenlik sertifikaları derecelendirme çeşitliliği göstermeye devam ediyordu. Çeşitli görüntüler de vardı raporlarda. Belgin’i o resimlerdeki kıyafetlerle hayal etmeye çalışıyordu. Başka bir rapor yeni hipilikten söz ediyor Ressamlar Kulübün’nün 2020’ten sonra ortaya çıkan, bilginin metalaşmasını protesto eden bu yeni hipilerce kurulduğunu iddia ediyordu. Bilginin metalaşması da ne demekti? Anahtar kelimeleri girdi kutucuğa.  Bilimsel makaleler de içeren raporlar geldi yine. “Bir Manipülasyon Aracı Olarak Bilgi” “Yeni Asimetrik Bilgi Problemi” gibi başlıkları vardı bunların. Bunları okuyacak ne zamanı ne de birikimi vardı. Ama Belgin’le bir geleceğinin olup olamayacağının cevabı bu metinlerdeydi. Neyse ki buna da çare vardı artık. Önce bütün belgeleri Belgin dosyasının altına kopyaladı. Raporları düzenledi ve beş ayrı yorumcu şirkete gönderdi. Bu hizmete bayılıyordu. En karmaşık bilimsel metinleri bile temel eğitim seviyesinde bir paragrafta anlatabiliyorlardı bu şirketler. Bu arada bir ileti geldi. Genetik şirketindendi. Saç telinin analiz sonuçları olmalıydı. Dosyayı aldı ve hiç açmadan genetik risk araştırmalarında uzmanlaşmış üç ayrı şirkete gönderdi. Bir saate kadar Belgin’in geçirmekte olduğu, gelecekte yakalanacağı hastalıklar, başka genetik bozukluklar elinde olurdu. O genlerde güzel siyah gözlerden başka neler vardı acaba? Saatine baktı. Geceyarısına iki saat kalmıştı. Hafifçe paniğe kapılır gibi oldu. Okul yıllarındaki gibi ertesi güne bitirmesi gereken bir proje vardı ve daha işi yarılamamıştı bile. Zaman geceyarısından sonra daha hızlı akardı. Şüphelerini gideremezse kızla ilişkisine konsantre olamayacağını biliyordu. Hep böyle olurdu çünkü. Donuk, dalgın duruşu da kadınlara hemen itici gelirdi. Bu kez böyle olsun istemiyordu Ali. Belki kahvaltıyı erteleyebilirdi ama bu da istemediği bir etki yaratabilirdi. Paniğin o burkucu sıcaklığını hissetti karnında. Tekrar Ressamlar Kulübü sorununa dönmeliydi. Lezbiyenlik olasılığını bir kenara atmıştı ama emin miydi bu kararın doğru olduğundan? Biraz araştırma yapınca lezbiyenlerin heteroseksüel evlilikler yapabildikleri bilgisine ulaştı. Demek ki bu olasılığı tamamen kenara koyamazdı. İstatistikler neydi o halde? Sayılar önüne gelmekte gecikmedi. Bilgilere ilişkin güvenlik sertifikalarını inceledi. Sonradan lezbiyen olanlar; lezbiyen olduğu halde evlenenler, evliliği sırasında lezbiyen ilişkilerini sürdürenler ya da yeniden tamamen lezbiyen ilişkileri tercih edenlerle ilgili sayısal bilgiler önündeydi şimdi. Bunları iki, üç boyutlu grafiklere döktü. Renklendirdi,evirdi,çevirdi. Yardımcı çizgiler çekti, sildi, anlamlandırmaya çalıştı. Bazen araştırmakta olduğu şeyle Belgin’in güzel yüzü arasındaki ilişkiyi kaybediyordu. Derken bir haber ilişti gözüne bilgi ekranın altından. InR, Derecelendirme Şirketleri Birliği’nden uyarı cezası almıştı. Bazı raporları yeterince veri olmadan derecelendirdiğine karar verilmişti. Bu da ne demekti şimdi?  Ham bilgilere güvenmesi mümkün değildi. Güvenilir bilgi elde etmek için derecelendirme şirketlerine para ödüyordu ve bu şirketlerin de güvenilir olmadığı mı ortaya çıkıyordu. InR’nin Belgin’le ilgili araştırmasında elinde olan raporlara verdiği notlara baktı. Ressamlar Kulübü ile ilgili iki ayrı iddia içeren raporlardan birine A diğerine B vermişti. Çok güvenilir ve güvenilir yani. Nasıl olurdu bu? İki farklı iddiaya da güvenilir demişti InR.  Bu yüzden mi uyarı almıştı?  Derecelendirme sistemine güvenmeyecekse neye güvenecekti bu dünyada? Bu kez derecelendirme şirketlerini incelerken buldu kendini. Bu şirketlerin en büyük sorunu çıkar çatışmalarıydı senatörlerden birine göre. Kanun senatoda görüşülürken söylemişti bunu. Biraz daha araştırınca bu şirketlerin gizli bir takım çıkar ilişkileri nedeniyle not verebildiklerini gördü. Derken dünyada bu şirketleri derecelendiren şirketler olduğunu farketti. Derecelendirme kalitesi ölçümü diyorlardı bu işleme. Saatine baktı. Geceyarısını bir saat geçiyordu ve doğru dürüst ilerleme sağlayamamıştı daha. Dört şirketi de sorgulamaya karar verdi. Derecelendirme kalitesi ölçümü hizmeti satın alabileceği şirketlerden birinde hesap açtı ve ön ödeme yaptı. Üyesi olduğu şirketlerin bilgilerini önünde açılan forma girdi ve gönderdi. Tam bu sırada genetik risk araştırma şirketlerinden birinden genetik risk raporu geldi. Kalbi heyecanla atmaya başlamıştı. Raporu açtı. Belgin’in bağışıklık sisteminin genetik zarları iyi gelmişti. On beş yıl içerisinde yüzde iki olasılıkla göğüs kanserine yakalanacaktı. yirmibeş yıl içerisinde yüzde üç olasılıkla kalın bağırsak kanseri onu bekliyordu. Şeker riski de çok düşüktü. Koroner damar hastalıkları riski altmış yaşından sonra üssel olarak artıyordu. Olasılık eğrisi, normal eğrinin içinde kalıyordu ama. Rapor bundan başka ne olduğunu bilmediği yüzelli kadar hastalık için olasılık hesaplaması ve yaş tahmini yapmıştı. Öfff. Nasıl yorumlayacaktı bunları. Belki genetik risk raporları ile ilgili hizmet alabileceği yerler bulabilirdi. Hepsini “Belgin Sağlık Riskleri” dosyasına kaydetti. Bir posta daha geldi. Gönderdiği raporların özetleri gelmeye başlamıştı. Saatine baktı. Sabaha karşı ikiydi. İyice uykusu gelmişti ama işini bitirmeden uyuyamazdı. Okumaya başladı. Tek bir paragrafı on kere okudu. Uykusuzluktan ya da yorgunluktan veya aşırı bilgi yüklenmekten konsantre olamıyordu. Diğer metin özetlerine geçti. Aynı durum orada da vardı. Belki şirket iyi yapmamıştı işini. Derken iki posta arka arkaya geldi.. Hepsi yorumcu şirketlerdendi. Yüzünü soğuk suyla yıkayıp uykusunu açmaya çalıştıktan sonra okumaya başladı. Yeni asimetrik bilgi problemi eski asimetrik bilgi problemi değildi. Bilgi tüketicileri ile bilgi üreticileri arasındaydı şimdi asimetri. Hatta bilgi üreticileri ile bilgi üreticileri arasında da farklı nitelikteki bilgiler bazında eşitsizlik vardı. Bunu okumayı bıraktı küfür ederek. Para vermişti bir de bu adamlara!!  Belki bu raporların da derecelendirilmesi gerekliydi. Ama abonesi olduğu derecelendirme şirketlerininin kalite ölçümü sonuçları daha gelmemişti eline. Beklemeye zamanı yoktu. Raporları derecelendirme şirketlerine gönderdi. Posta geldi. Diğer genetik risk araştırma şirketindendi. Raporu açtı. İlk göze çarpan Belgin’in Hay-Wells sendromu olarak bilinen hastalığın genini taşıyor olduğuydu. Eli bıkkınlıkla gitti bilgi kutucuğuna. Bir saniye sonra raporlar döküldü. Adenosil metionin bölgesinde TP73L genindeki mutasyondu nedeni. Komplikasyonlar bölümü yine bilmediği terimleri içeriyordu. Bir posta geldi. Bu kez derecelendirme kalite ölçümü raporuydu gelen. Açtı raporu. Yöntem başlıklı paragrafı okudu. Ölçüm istenen şirketlerin hazırladığı rassal beşer rapor inceleniyor, referansları araştırılıyordu. Buna göre InR’nin örneklemi A- olarak notlanmıştı. NRA’nın işlerine C kalite derecesi verilmişti. NRA’dan elde ettiği raporlara bakmak için ekran değiştirdi. Bir posta daha geldi. Yorumcu şirketlerden biri. Sonra yeni bir posta daha. Genetik risk araştırmaları raporu. Sahi bu raporlar ne olacaktı. Hay-Wells sendromuyla ilgili daha çok bilgiye…Gözlerini açtı. Saatine baktı. Tanrım! Sabahın beşi olmuştu. Ne zaman dalmış da bu kadar uyumuştu. Açılmamış yirmi kadar posta saydı ekranda. Belgin birkaç saat içinde gelecekti ve..kafasının netleştirmek bir yana tamamen sisle doldurmuştu. Yine projeyi bitiremeyeceğini anladığı dönemlerde olduğu gibi birden vazgeçti. Yapamayacaktı. Bir sömestr daha uzatacaktı eğitimini. Kendini yatağa attı.
            Kapı ne zamandan beri çalıyordu? Saate baktı. 10:00’du. Belgin miydi bu? Kalkıp aynasına baktı. Üstünde dün akşamdan kalma elbiseler vardı. Buruş buruş olmuşlardı. Saçı dağınık, yüzü sakallardan kararmıştı. Hiçbir şey düşünemiyordu. Kapıya giderek açtı. İri siyah gözlerle karşılaştı. Kahverengi saçları çekici bir şekilde omuzlarından sırtına dökülüyordu. Gümüş renki şık bir toka vardı başında. İnce sarı çizgili açık mavi bir bluz ve kırmızı, çiçek desenli mini  eteğiyle güzeldi . “B-ben özür dilerim” dedi Ali. “Uyuyakalmışım ve..Gelsene”
            “Ben..eğer uygun değilsen..”dedi tereddütlü bir sesle Belgin.
            “Yo hayır..Uygunum. Benim hatam. Biraz işim vardı. Geç yatmışım. Lütfen gel”
            İçeri girdi Belgin. Elindeki paketi Ali’ye uzattı. “Kahvaltı için” dedi. “Ispanaklı peynirli çörek..Ben yaptım”
            Ali paketi alırken hafif asimetrik gülümsemesinin belirginleştirdiği gamzeye baktı. “Lütfen on dakika burada otur” dedi yer gösterirken. “On dakika içinde hazır olurum. Belgin tedirgin adımlarla etrafı inceleyerek  girdi oturma odasına. Ali mis gibi kokan paketi mutfağa bırakıp odasına yönelirken bir şeyi farketti. Kafasındaki sis tamamen dağılmıştı.  Dün geceki kabus gecesini ne kadar gereksiz yaşamıştı? Hızla soyunup yeni elbiseler hazırlamaya başladı. Bilmemne şirketinin raporu o gamzeden daha güçlü olabilir miydi? Gömleğini giymeden banyoya girdi ve traş olmaya başladı. Sayılar, terimler, dereceler ıspanaklı peynirli çörekle yarışabilir miydi? Birden durdu. Tıraş etmekte her zaman zorlandığı sakalların neredeyse gözüne kadar çıktığı yerdeydi makine. Sol gözünü hafifçe kıstı. Belgin bilgi terminalinin olduğu odadaydı on dakikadır. Bütün o kabus raporların, oluşturduğu dosyaların açık olduğu terminalin yani.

20 Ekim 2011 Perşembe

sisifos döngüsü

Gezegen beklediği kadar parıltılı görünmüyordu yukardan. Aşağıdaki karanlık kütle büyük bir okyanus muydu yoksa kara mıydı anlamak mümkün değildi. Derken zayıf pırıltılar seçilmeye başladı. Pırıltılar güçlendi, ışıkları sabitleşti, büyüdü. Ama yine de bir enerji  gezegeninin farklı olacağını hayal etmişti  müfettiş. Ne de olsa sistemlerinde enerjisi  kendine yeten tek gezegen buydu. Bir efsaneydi bu gezegen. Diğer on sekiz gezegende hayat durma noktasına gelmişti. Büyük ekonomik krizler pençesinde kıvranıyorlardı. Çevre koşulları felaketti. Bütün fosil kaynaklarını çevre felaketlerine rağmen tüketmişlerdi. Çevresinde döndükleri yıldız parlak bir yıldız değildi. Güneş panelleri işe yaramamıştı.  Paneller önce açık alanlara yerleştirilmişti. Kırlar, tarlalar panellerle dolmuştu. Sonra ormanları keserek panel yerleştirmişlerdi. Derken açık alanlar tükenince güneş paneli katmanı yaşadıkları şehirlerin üzerini örtmüştü. Sonunda bütün gezegenin yüzeyi kesintisiz bir güneş paneli kabuğu ile kapanmıştı. Kabuktan elde edilen tüm enerji alttaki insanların aydınlatmasına harcanmak zorunda kalınca da panelleri sökmüşlerdi.     Son yıllarda o kadar büyük bir enerji sıkıntısı vardı ki elektrikli diş fırçasını şarj edemediği için dişlerini haftada bir fırçalıyordu. Elektrikli sifonu üç günde bir çalıştırdıkları için ev bok kokmaya başlamıştı. İşin kötüsü duvardaki deodorant aparatı da çalışmıyordu. Tırnak kırpıcısını ayda bir kullanabildiği için klasik gitarist elleriyle dolaşıyordu genellikle. Hayat kendi gezegenlerinde zordu işte. Enerji gezegeni ise bu zayıf yıldıza kendilerinden daha uzaktı.Peki bunlar  nasıl beceriyorlardı bunu? Görevi buydu zaten. Nasıl becerdiklerini anlamak, bu konuda bir raporu gezegen yönetimine sunmak.  Notlarına baktı. Yolda zaman kaybetmemiş bir hayli yazmıştı. Enerjinin tarihçesi ile başlamıştı. Enerji kaynağı olarak insanların, atların,öküzlerin kullanıldığı devirleri anlatmış, çarpıcı resimler koymuştu. Bunlardan birinde iki kişi uzun bir direğin iki ucuna bağlanmış bir şekilde bir değirmen mili çeviriyorlardı. Sonra yavaş yavaş değişmişti her şey.Akarsular keşfedilmiş, değirmenler yapılmıştı. Rüzgarlı değirmenler vardı sonra. Fosil yakıtların keşfi tam bir devrim olmuştu.İnsanlar fiziksel emekten gitgide kurtuluyorlardı.Sonra dış uzayın keşfi.Başka gezegenlere yerleşme, el tipi nükleer reaktörlerin geliştirilmesi..Nereden nereye!
Gözleri yine camdan dışarı kaydı. Işıl ışıl bir gezegenle karşılaşmamak kuşkularını artırmıştı. Bilerek azaltmış olabilirler miydi aydınlatmayı? Görüş açısını genişletmek için koltuğunda kıpırdanmaya çalıştı. Koltuk o kadar dardı ki adeta sıkışmıştı. Daha çok yolcu almak için daraltıyordu aşağılık havalık şirketleri koltukları. Tabii biraz da kiloluydu. Son yıllarda enerji sıkıntısı nedeniyle biraz daha kilo almıştı müfettiş.  İkinci kattaki spor salonuna asansör artık çalıştırılamadığı için gidemiyordu.  Gerçi gidebilse bile elektrik kısıntısı nedeniyle ne bisiklet motorları  ne tenis raketlerinin manyetik fırlatıcıları ne de ağırlık kaldırıcıları çalışacaktı.
            Havaalanına indiğinde ilk fark ettiği şey insanların ince yapıları ve uzun boyları oldu. Belki boyları o kadar uzun değildi de ensizlikleri yüzünden uzun görünüyorlardı. Yiyecek sıkıntısı mı vardı? Biraz daha dikkatli bakınca sağlıksız görünmediklerini fark etti. Çok da hızlıydılar. Uçar gibi yürüyorlardı. Bütün erkeklerin vücutları ince ama yapılıydı. Kadınlar da kendi gezegenindeki kadınların belki üçte biri ağırlıktaydılar. Vücutları çok ince değildi ama. Kollarında ve bacaklarında neredeyse  erkeksi kaslar göze çarpıyordu. Pasaport kontrolünden çıkınca havaalanı içinde kullanmak için araba bakındı. Bir köşede gördü onları. Oflaya puflaya oraya yöneldi. Bildiklerinden biraz farklı görünüyordu. Bir adımda üzerine çıktı. Tutamaktan tuttu ve ileri itti. Araç hareket etmedi. İleri geri itti ama yine sonuç alamadı.   “Hareket ederseniz çalışır” dedi genç güzel bir kadın. “Nasıl yani?”
“Göstereyim” dedi kadın. Başka bir aracın üzerine çıktı. “kendi elektriğini kendisi üretir. ” dedi müfettişin yağlı bedenine küçümseyen bir bakış atmayı da ihmal etmeyerek. Yabancılar hemen belli oluyordu burada. “Aracın üzerinde adım atmaya başladı. Aracın zeminindeki bant dönmeye başladı o zaman. Kolu ileri itti ve araç hareket etti. “Bu şekilde” dedi sonra. Birazdan araçla birlikte uzun koridorda uzaklaşmıştı bile. Müfettiş aynısını yaptı. Bandın üzerin adım atmaya zorladı kendini. Birazdan o da hareket edebilmişti.
            Mihmandar atletik yapılı genç bir kadındı. Boynunda ince bir boyunluk vardı. “Geçmiş olsun” dedi müfettiş. “Boynunuz!!”
            “Teşekkürler ama bir boğa kadar sağlıklıyım” dedi kadın. M ve B harflerini söylerken zorlanıyordu sanki.  “Boynumdaki bir çene aparatı. Konuşurken çenenin aşağı yukarı hareketlerinden enerji üretiyor.” Kolundaki saat benzeri bir ekrana baktı. “Bu cümleyi söylerken 4 milivat saniye enerji üretmişim. Hah bunu söylerken 3 milivat saniye. Bunu söylerken 3 milivat saniye. İşte bunu söylerken 3.2 milivat saniye ve buradaki 0.2  milivat saniyelik fark  “işte” kelimesinden geldi. Bu cümle ise..”
            “Sanıyorum anladım” dedi müfettiş keserek. Yürümeye başlamışlardı bu arada.
            “Özür dilerim” dedi kadın. “Ekrana bakarken insan motive oluyor ve sürekli konuşmak istiyor. Üstelik konuşmayı biraz zorlaştırıyor. Özellikle m, b, p gibi dudakların kapanması gereken harflerde. Bu konu mecliste bile konuşuldu. Milletvekillerinden biri alfabeden bu harflerin çıkarılması için imza topladı. Ama enerji bakanımız çene aparatlarının m,b,p gibi harflerden mesela k ve l nin üreteceği elektriğin en az altı katını ürettiğini söyledi.”
            “Anlamlı” dedi müfettiş elindeki kayıt aletine bir şeyler mırıldanarak.
            “Zorunlu mu bunu takmak” diye sordu sonra.  Bu arada kadının yürüyüşündeki tuhaflık dikkatini çekti. Geniş ve düz adımlar atıyordu. Sanki zemindeki görünmez bazı çizgilere basmama oyunu oynuyordu.
            “Burada her şey self-motivasyona dayanır” dedi kadın gururla. “Bakın bacak arama da bir bacakarası mikro taktım”
            “Mikro?”
            “Mikro jeneratör” dedi kadın. “İnsan ya da hayvan vücudu üzerine takılabilen küçük üreticiler. Bakın göstereyim diye eğildi kadın” ,
            “Yok tamam daha sonra” dedi müfettiş etrafa telaşlı gözlerle bakarak. Neresine takmıştı bu kadın gerçekten üreteci?
            “Biliyor musunuz müfettiş” dedi kadın.”İnsan vücudunun günlük hareketlerinden elde edilebilecek elektrikle bir tuvalet kağıdı rulosu döndürücüsünü bir hafta hiç durdurmadan çalıştırmak mümkün”
            “O kadar kağıdı ne yapacaksınız?”
            “Neyi?”
            “Boşverin” dedi müfettiş. “Elektriği nasıl depoluyorsunuz. Yani çene .. bacaklarınızdan..öö..elde ettiğiniz enerjiyi”
            Kadın hevesle tişörtünü kaldırdı. Belinde  üzerinde küçük beyaz tüpler bulunan bir tür kemer vardı. Bazılarının tepesinde kırmızı bazılarınınkinin yeşil bir led yanıyordu. “Bunlarda depolanıyor” dedi hevesle. Derken bir tüpün üzerindeki ışık da kırmızıdan yeşile döndü. “Bu son cümlenin enerjisi bu tüpe gitti işte” dedi neşeyle kadın. Yine döngüye gireceğinden korkan müfettiş “tüpleri naapıyorsunuz?” diye aceleyle sordu.  Sonra kendi cevapladı şakayla karışık “tuvalet kağıdı rulosuna takıyorsunuz tabii”
            Kadın hayretle baktı ona “Evet…Nereden bildiniz müfettiş?!?”
            Bu kez şaşırma sırası müfettişteydi. “Gemide biraz okuma fırsatı buldum. Yani genel alışkanlıkları. Biraz da tahmin”
            Bu arada trene binmişlerdi. Yolculardan kilolu olanlar kesinlikle yabancıydı. Bir diğer ayırım vücutların orasında burasında takılı “mikro”lardı.  Enerji üretimi konusunda neredeyse obsesyon sahibi bir halka benziyordu bu insanlar.
            “Şaşmaz bir programımız vardır” dedi yine kadın gururla. “Ben rulo, elektrikli mobilya tozu alıcıları, makyaj temizleyici ve çakra açıcı için elektrik üretirim. Kocam mikserler, havuç doğrayıcı, elektrikli perdeleri çalıştırır enerjisiyle”
            “Ya çamaşır makinesi, buzdolabı?”
            “Ehehehe. Çok bişey bilmediğiniz belli oluyor enerji konusunda” dedi kadın. “Onları bir insan çalıştıramaz. Şebekeden alıyoruz. Umarım alınmamışsınızdır cümleme”
            “Hayır hayır” dedi müfettiş. “Sizden öğrenebileceğimiz çok şey var. Şebeke elektriğinin kaynağı en çok merak ettiğimiz şeylerden biri ama ev aletleri konusunda gerçekten büyüleyici bir teknolojiniz var.
            “Gitar mı çalıyorsunuz” dedi kadın müfettişin ellerini işaret ederek.
            “Hayır maalesef.” Dedi müfettiş. “Tırnak kırpıcımızı seyrek çalıştırabiliyoruz”
            “Bizdekini kullanabilirsiniz” dedi anlayışlı bir sesle kadın. “Bizdekini iki yaşındaki oğlumuz dolduruyor”
            “Ona da mı mikro taktınız” diye hayretle sordu müfettiş. “Bu bebeğin gelişimini..”
            “Yo yo merak etmeyin” diye kesti mihmandar kadın. Hiçbir yerine bir şey takılı değil. Onaltı yaşından önce de yasak zaten. Göreceksiniz. Bir teknoloji harikasıyla çalışıyoruz.”
            Ev bir mikro jeneratör cennetiydi. Evdeki her kapının önünde havalanı içi ulaşım araçlarındakine benzer birer bant konulmuştu. Önce banda çıkılıp yürünüyor kapıdaki ışık yeşile gelince açma düğmesine basılabiliyordu. Musluk suyu motorunu çalıştırmak için lavabo altına bir pedal konmuştu. Elektrikli diş fırçası ve elektrikli taraklar da bu mikroya bağlıydı. Evin pek çok yerinde kadının belindeki tüplerin yerleşebileceği soketler vardı. Yani enerjiyi hem anlık üretip tüketebiliyorlar hem de depolayıp kullanabiliyorlardı. Müfettiş için bunları kullanmak biraz zordu tabii. Ama cüssesinden dolayı bazı avantajları da yok değildi. Bacağını kaldırabilirse lavabo altı pedala basmak bacağını bırakmaktan ibaretti.
            “Gelin müfettiş” dedi mihmandar kadın “Uyumadan önce onu görmenizi istiyorum”
            Müfettişi bir odaya götürdü. Ama odaya girmeden çığlıklardan iki yaşındaki çocuğun odası olduğunu anladı. Kapıdan kafasını uzattı.”
            Parlak yeşil gözlerinden afacanlık fışkıran bir çocuk gördü. Bir elinde yarı yenmiş bir muz diğer elinde bir yetişkin erkek ayakkabısı tutuyordu. Müfettişi görünce hareketler de sesler de kesilmişti. Şaşkınlık kısa sürdü ama. Ayakkabı müfettişe doğru fırlatıldı. Müfettiş ani bir refleksle gözlerini kapatıp ellerini yüzüne doğru kaldırırken ayakkabının görünmez bir perde tarafından durdurulduğunu fark etti. Ayakkabı görünmez perdeden yavaş yavaş aşağı doğru kayarken bu kez muz aynı yolculuğa çıktı. Eller yine korumak üzere kalktı ama yine görünmez perde araya girdi.
            “Korkmayın” dedi kadın gülerek. “Size ulaşmaları mümkün değil. Bir elektrik alan var bu odada. Erg’in yerini  değiştirdiği her eşya elektrik üretilmesine neden oluyor. Oyuncakları bu yüzden olduğundan daha ağır hissediyor belki ama bu onun kaslarını güçlendiriyor. Koşması, eşyaları fırlatması her ama her hareket enerji demek. Harika değil mi?”
            Müfettiş düşünceliydi. “Bir tekerlek içinde dönen fareler gibi” diye mırıldandı. “Hiç de değil” dedi kadın. “Onu bir şeye zorlamıyoruz. Elektrik alan içinde olmasa da yapacağı şeyler yapıyor. Sadece biraz daha ağır belki her şey. Ama bunun içine doğduğu için farkında değil. Bu arada doğumda ıkınma sırasında ellerimdeki ve ağzımdaki mikro jeneratörlerle dört kilowat saat enerji üretmişim. Ama onu kullanmadık. Bir hatıra enerji tüpünde saklıyoruz.  Neyse  bu sistem bir teknoloji harikası daha önce de dediğim gibi. Bir bebeğin düzensiz hareketlerini düzenli enerjiye çeviriyor. Üstelik enerjisini emdiği için onu yoruyor. Akşam erkenden yatıyor ve kesintisizce sabaha kadar uyuyor. Biz de dişlerimizi onun ürettiği enerji ile fırçalayıp onun ürettiği enerji ile müzik dinleyebiliyoruz. Sizin bebeklerinizin enerjisi ise sizin evinizi dağıtmaya yarıyor sadece. Hah. Siz çığlık dinliyorsunuz biz Beethoven, sizin dişleriniz bakımsız bizimki ise pırıl pırıl” dedi sonra ispatlamak istercesine gülümseyerek.
             Akşam kocası da geldi mihmandarın. Bir mikro jeneratör tasarım firmasında çalışıyordu. Sevimli bir adamdı. Büyük bir proje üzerinde çalışıyordu. Biraz ipucu istedi müfettiş. “Sizce” dedi mühendis, insanların en güçlü güdülerinden biri nedir?”
            “Hayatta kalma?”
            “Ondan sonra?”
            “Açlığını giderme?
            “O hayatta kalmanın içinde” diye müdahale etti.
            “Bilmem..Cinsellik?”
            “Evvet” dedi mühendis büyük bir zevkle. “Libido ve bingooo” Sanki çalışılmış bir kafiyeydi bu.
            “Nasıl yani?” diye kekeledi müfettiş. “Sevişme enerjisi mi üreteceksiniz?” Bu kadarı şaka olmalıydı.
            “Elbette değil” diye güldü mühendis. “Ama libidonun yönlendirdiği hareketleri düşünün. Tüm insanlık tarihini. Böyle büyük bir kaynaktan yararlanmamak büyük bir israf olmaz mıydı?”
            “Evet ama bunu ölçülebilir bir elektrik akımı haline getirmek…”
            “İsterseniz yatalım artık” dedi mihmandar kadın. “Yarın biliyorsunuz şehri gezeceğiz. Yorucu bir gün olacak. Özellikle sizin gibi..yani alışık olmayan biri için”
            “İyi fikir” dedi müfettiş. Libido enerjisi ve elektrik arasında bir tasarımı merak etmiyordu şu anda. “Tuvalet nerede?”
            “Koridorda sağdan ikinci” dedi kadın. “küçükse lütfen pisuvarı kullanın”
            Banyoya girdi müfettiş. Pisuvara yanaştı ve içinde küçük bir kanatlı silindir gördü.
            “Lütfen kanatlara işemeye çalışın müfettiş” diye seslendi dışarıdan kadın.
            Müfettiş mikro jeneratörü çişiyle çalıştırırken gözü büyük tuvalete gitti. İçine bakmak istemedi her nedense.

            Şehri elektrikli araçlarıyla geziyorlardı. Kadın sürekli konuşuyor yürüyen merdivenlerin, sokak aydınlatmalarının, yazarkasaların nasıl çalıştığını anlatıyordu.
            Spor salonlarında bisiklete binenler, hareket halindeyken duranlar, dururken harekete geçenler, burunlarını karıştıranlar hep bir şekilde elektrik üretiyorlardı. Artık dönme zamanı gelmişti. Müfettiş yeterince not almıştı almasına ama bir şey eksik gibi geliyordu ona. Büyük bir şeyi gözden kaçırıyor gibiydi. Trende havalanına varmak üzereyken aklına geldi. “Peki ya bu?” dedi aniden. “Bu nasıl çalışıyor? Bu tren, vinçler, evlerdeki buzdolapları, çamaşır makineleri, gemiler, bütün bu çok enerji gerektiren şeyler?”
            Havaalanı istasyonda indiler. “Santralden” dedi kadın umursamaz bir tavırla. “Hangi santralden?”
            “Hangisi olacak hidroelektrik santrali”
            “Sizde hidroelektrik santrali mi var?”
            “Hem de yüzlerce” dedi kadın pasaport kontrolüne doğru ilerlerlerken.
            İşte buydu önemli nokta. Kaçırdığı nokta buydu. Bilgi alması gereken ama çişle çalışan mikro santrallerden fırsat bulamadığı. Kendisini kandırılmış hissetti.
            “Bir dakika bir dakika.” dedi müfettiş. “Bizim gezegenimizin güneşe uzaklığı sizinkinin neredeyse yarısı. Bu da sizden dört kat fazla ışık aldığımız anlamına geliyor. Buna rağmen güneş o kadar güçsüz ki su çevrimi yok gezegende. Nehir yok, dereler son derece cılız. Pasaport kontrol klübesine gelmişlerdi bu arada. “Siz nerelere kurdunuz santralleri”
            “İstediğimiz her yere kurabiliyoruz”
            “Akarsu olması gerekmiyor mu?”
            Kadın gülümsedi. “Hayır”
            “Pasaport lütfen” dedi memur. Çene aparatı taktığı için p de zorlanmıştı.
            “Barajlarınız yok mu?” diye biraz da sinirlice sordu müfettiş pasaportunu memura uzatırken.
            “Var elbette müfettiş. Türbinler nasıl dönerdi eğer olmasaydı?”
            “Gitar mı çalıyorsunuz” diye sordu memur pasaportu karıştırırken.
            “Artık dönsem iyi olur” dedi kadın. “Tanıştığıma memnun oldum. Umarım bilgilendirici bir gezi olmuştur.”
            “Bir dakika” dedi müfettiş klübenin diğer yanından. “Nasıl çalışıyor türbinler?”
            “Suyla” dedi kısaca kadın.”Neyle olacaktı?”
            “Su nereden geliyor?” diye ısrarla sordu müfettiş. 
            “Barajdan geliyor. Türbine düşüyor” dedi kadın müfettişin anlayışsızlığına şaşırmış gibi bir ifadeyle.
            “Peki ya türbinden nereye gidiyor?”
            “Toplanma havuzuna müfettiş. Su orada toplanıyor. Siz sormadan söyleyeyim müfettiş. Toplanma havuzundan yeniden baraja gidiyor su. Barajdan türbinlere düşüyor ve oradan toplanma havuzuna.” dedi bıkkınlıkla. “İyi yolculuklar size”
            “Son bir şey” dedi arkasını dönmekte olan kadına. “Toplanma havuzundan baraja nasıl gidiyor su?”
            Kadın derin bir nefes aldı. “Kovalarla müfettiş. Kovalarla binlerce kişi üç vardiya halinde su taşıyor baraja. Ya nasıl gidecekti?”
            “Anladım şimdi” dedi müfettiş. Her şey yerine oturmuştu. O da derin bir nefes verdi ve aldı. “Hayır gitar çalmıyorum” diye bağırdı klübeye doğru.   Kayıt cihazını kaldırdı. “Bunlar delirmiş” dedi. “Kovalarla su taşınan hidroelektrik santralleri var. Kovayla su taşıyacağıma dişlerimi fırçalamam. Hatta gitara bile başlarım. pöh” Gemiye doğru yürürken son iki cümleyi rapordan çıkarmaya karar verdi.